6 Şubat’ta Kahramanmaraş’ta başlayan şiddetli depremin ardından yaklaşık bir ayda 11 binden fazla artçı sarsıntının olması, daha önce deprem bölgesi olmayan bölgelerin dahi deprem bölgelerine dahil olmuş olması ve yeni faylar gelişmiş olabileceği endişesi bir deprem fırtınası tablosunu andırıyor. Mevcut fayların hareketliliği ve tespit edilen yeni faylar, deprem haritalarını günlük olarak değiştirmeye başladı.
Adeta bir cam çatlaması gibi yayılan fay hatları, bölge insanlarını doğal olarak endişeye sokuyor. Daha önce hiç deprem olmayan bölgelerde de artık her an deprem olabileceği beklentisi artmaya başladı. Şiddetli depremlerin mevcut doğal hasarının etkilerine, beklenen durum ve belirsizliğin eklenmesi bireylerde zaman zaman ciddi psikolojik gerilimlere sebep olabilmektedir.
Böylesi zamanlarda insanlarda şok ve şaşkınlık hali doğal bir süreçtir. Buna öfke atakları, çaresizlik, güçsüzlük, güven kaybı, kontrol kaybı, ölüm korkusu duyguları da eklenir. Bireyler artık evlerinin en güvenli yer olmaktan ziyade korku ve güvensizlik kaynağı olması gibi bir keşmekeş yaşamaktadırlar. Depremi yaşamış olan kişilerde afetin çok büyük zararları doğrudan hissedilirken, depremi yaşamamış olan kişilerde de ikincil travma hali görülmektedir. Bu kişiler sanki depremi yaşamış olanlar gibi üzüntü ve suçluluk duygusu içerisinde, çaresizlik ve yoğun korku duygusu hissedebilmektedir.
Direk veya dolaylı olarak depremin olumsuz etkilerini yaşayan kişilerde bir aydan uzun süren etkilenmelerin travma sonrası stres bozukluğuna yol açma ihtimali bulunmaktadır. İlk bir aydaki akut stres durumunun beklenen bir süreç olması sebebiyle aşılabileceği değerlendirilirken, daha uzun süren sosyal ve duygusal etkilenmelerin bazı insanlarda ancak destek alınarak aşılabileceği düşünülmektedir. Bu duygu durumu kişinin günlük hayatına etki edecek düzeyde ise ve kendisini kısıtlamasına sebep olmaya başladıysa, bireyin baş edemediği bir duygu durumu olduğu anlaşılacaktır. Bu toplumsal travmalardan korunma veya hafifletmenin en önemli yolu, toplumsal dayanışmanın artırılması, paylaşım ve destek faaliyetleridir. Ülkemizde dünyanın nadir örneklerinden birisi olarak gördüğümüz dayanışmanın toplumsal travmayı rehabilite edici etkisi sonradan anlaşılacaktır.
Depremden gerek birinci ve gerekse de ikincil düzeyde etkilenen insanların şok, pasifleşme ve toparlanma aşamalarını geçirmeleri beklenir. Devam eden artçı sarsıntılarla meydana gelen deprem fırtınası görüntüsü toparlanma aşamasının gecikmesine yol açabilir. Mevcut psikolojik rahatsızlığı olan bireylerde ataklar gelişmesine sebep olabilir. Tanı konulmuş psikolojik rahatsızlığı olmasa da yatkınlığı olan kişilerde de duygu durum bozukluğunun ilerlemesine neden olabilir.
Bu süreçte etkilenen tüm kişilerin duygularını ifade ederek içlerinde biriktirmemeleri ve bu duygu değişikliği ile tek başlarına kalmamaları gerekir. Süreç içerisinde yaşadıklarını ve hissettiklerini konuşmaktan çekinmemeleri sağlanmalıdır. Bu kişilerin duygularını, düşüncelerini ve üzüntülerini bastırmamaları sağlanmalıdır. Hislerini etrafındakilerle paylaşmaları ve hayatın anlamına dair değerlendirmeler yapabilmelerine imkân verilmelidir.
Deprem sonrası verilen tepkiler, bireylerin kişisel özelliklere göre değişkenlik gösterir. Depremin çok geniş bir bölgede milyonlarca insanı çok ağır bir şekilde etkilemesi, doğal reaksiyonlara sebep olmaktadır. Süreçten etkilenen kişilerde genellikle yorgunluk hissi, bulantı, baş ağrısı, tikler oluşması ve baş dönmesi gibi semptomlar gelişir. Ayrıca hafıza problemleri gelişen, dikkat sorunları artmış olan, karar vermekte güçlük çeken kişilerin de etkilenmiş olduğu unutulmamalıdır. Bu kişilerde uyku problemleri, sık sık ağlama, gerginlik, tedirginlik ve isteksizlik de görülmektedir. Hatta alkol veya uyuşturucu madde kötüye kullanımının artması dahi görülebilir. Etkilenen insanların kaygı, suçluluk hissi, depresyon, kendisine veya başkalarına zarar geleceği beklentisi normal olmakla birlikte dikkatle gözlenmeli ve bir aydan uzun sürmesi durumunda psikolojik destek için yönlendirilmelidir.
Böyle zor dönemlerde duygusal iniş ve çıkışların olması olağandır. Akıl sağlığını korumak için yapılabilecek her çalışma bireysel veya toplumsal faydalar sağlayacaktır. Bir taraftan birincil etkilenen büyük bir nüfus, diğer taraftan ikincil etkilenen daha büyük bir nüfus olması yönetilmesi çok zor bir süreci doğurmaktadır. Böylesi zor bir zamanda toplumsal dayanışmanın ve etkilenenlere desteğin artırılması ikincil travma sürecini kısıtlayacaktır.
Bireysel olarak herhangi bir şekilde etkilenen kişilerin kendi durumlarını değerlendirmesi ve hissettiklerinin doğal olduğunu bilmesi önemlidir. İniş ve çıkışları olması, öfke veya depresyon ataklarının olması, üzüntü veya korkularının şiddetli bir şekilde artması doğal bir sonuçtur. Bu kişilerin hislerini çevrelerine anlatmaları kısmen rahatlamalarını sağlayacaktır. Diğer depremzedelere veya ikincil etkilenen kişilere yardım etmeleri, hissettikleri tükenmişlik duygusunun yerini duygusal bir hedefin almasını sağlayacaktır.
Alkol veya uyuşturucu gibi duygusal kaçış yöntemi olarak kullanılan kötü alışkanlıkların artma ihtimaline karşı da dikkatli olunmalıdır. Bu bağımlılıkların çok daha zararlı olduğu hiçbir zaman unutulmamalıdır.
Duygusal yoğunluk dönemlerinde zihni meşgul edecek pozitif faaliyetler üretilmesi akıl sağlığının hızlı toparlanması için faydalı olmaktadır. Bireysel veya toplumsal pozitif gelecek planları bu travmanın atlatılmasını kolaylaştıracaktır. Milyonlarca insanın deprem sonrası hayatı anlamlandırma algısının radikal değişikliğe uğradığı unutulmamalıdır. Kişilerin sadece kendisinin bu duyguları yaşamadığı ve yalnız olmadıkları hissettirilmelidir. Depremi birincil yaşayanların yaşadıkları, gördükleri veya hissettiklerini tam olarak anlamak mümkün olmayabilir. Bu şoku yaşayan kişilerle iletişim kurmak azami dikkat gerektiren bir durumdur.
Depremden etkilenen kişilerin hayati ihtiyaçlarının ulaşılabilir olması onların artçı duygusal travmalar yaşamalarını önlemeye destek olmaktadır. Ekonomik, sağlık ve sosyal ihtiyaçların giderilmesi bireysel toparlanmayı hızlandırmaktadır.
Deprem fırtınasının milyonlarca yıldır devam ettiği, bundan sonra da devam edeceği, zaman zaman ataklar halinde görülebileceği ve bu gerçek ile yaşama zorunluluğu unutulmamalıdır.