Türkiye’de Cumhuriyet Dönemi Sağlık Reformları

Türkiye’de Cumhuriyet Dönemi Sağlık Reformları

1.Dünya Savaşı sonrası zor şartlarla mücadele eden Türkiye sağlık hizmetleri alanında da belirli dönemlerden oluşan reform hareketleri geliştirmiş, modern sağlık hizmetleri politikası üretilmesi ve sunulması amacıyla önemli ve etkili adımlar atılmıştır. Mali kaynaklarla paralel ömre sahip sağlık hizmet politikalarının zaman zaman etkisini kaybettiği veya yerini daha çağdaş uygulamalara bıraktığı süreçler de geçirilmiştir. Bu çalışmada Cumhuriyet döneminden günümüze kadar Türkiye’de sağlık hizmetleri alanında gerek politika ve gerekse hizmet sunumu açısından önemli görülen adımlar ve gelişmelerden bahsedilmiştir.

1.TÜRKİYE’DE SAĞLIK HİZMETLERİNİN GELİŞİMİ

Cumhuriyet dönemi sağlık hizmetleri birkaç dönem olarak irdelemek yerinde olacaktır (1):

  • 1920 – 1938, Atatürk Dönemi,
  • 1938 – 1950, Dr. Behçet Uz Dönemi,
  • 1950 – 1960, Demokrat Parti Dönemi
  • 1961 – 1982, Sosyalleştirme Dönemi (224 sayılı yasa),
  • 1983 sonrası, Özelleştirme Dönemi.
  • 1990 sonları, KüreselleşTİRme = Yeni Emperyalizm = “Yeni Dünya Düzeni” Dönemi

1.1. 1920-1938 Dönemi

1.Dünya Savaşı sonrasında  TBMM’nin 3.Kanunu (2 Mayıs 1920) Sağlık Bakanlığının (Sıhhiye ve İçtimai Muavenet Vekaleti ) kurulmasına dair bir yasaydı ve toplumun sağlık statüsünü iyileştirme sorumluluğu üstlenen, sağlık hizmeti sunma ve politika üretmekten sorumlu temel kurum Sağlık Bakanlığı olarak kararlaştırılmıştı. İlk Sağlık Bakanı Dr.Adnan Adıvar altyapısı veya yerleşik örgütü olmayan, yasal düzenlemeleri dahil yoktan kurulması gereken bir bakanlık ile karşı karşıyaydı.Bu dönemde öncelikle savaş sonrası sorunların çözülmesi, nitelik ve nicelik açısından sağlık personelinin desteklenmesi, merkezden köylere doğru bir yapılanmanın tesis edilmesi ve koruyucu sağlık hizmetlerinin yaygınlaştırılması temel amaçlardı (2). Bakanlık iki katlı bir eski Ankara evinde çalışmaya başlamış, bir bakan ve iki bakan yardımcısı toplam personeli olan üç kişilik bakanlık kadrosu ağırlıklı olarak Milli Mücadele’nin askeri sıhhi hizmetlerini eşgüdümlemiş, bir yandan da geleceğin programını oluşturmuşlardı (1).
Bu dönemin başlangıcında Mustafa Kemal Atatürk’ün yaptığı tespit tabloyu daha net olarak ortaya koymuştur:

“.. Sağlık çabalarımızın önemli bir bölümü bulaşıcı ve salgın hastalıkların sınırlanıp engellenmesine ayrıldı… Bu tür hastalıklardan yalnız çiçek ile lekeli humma kimi bölgelerde sınırlı bir salgın eğilimi göstermişse de, zamanında sağaltım ve koruyucu önlemlerle önlerine geçilmiştir.. Bulaşıcı ve salgın hastalıklarla savaşım gerekleri düşünülürken elbette en önce akla sağlık önlemlerinin uygulanmasında biricik etkili hekimler ve sağlık memurları gelir. Geçen yıl (1922) ülke içinde memur olarak atanan hekim miktarı 337, sağlık memurlarının adedi 434 idi. Ülkenin gereksinimini sağlamaktan uzak olan bu miktarın bu sene… Hekimlik aylıklarının artırımı ve aynı zamanda mektepten çıkacak hekimlerimize zorunlu hizmet yükleme ve fazla hekim yetiştirilmesi ilkesine yönelmek yoluyla bugün görülen boşlukların doldurulması düşünülmektedir… Bulaşıcı ve salgın hastalıklara karşı insanları koruma konusunda büyük hizmetleri görülen aşıları hazırlamak ile meşgul Hıfzıssıhha Kurumlarımız tam başarı ile çalışmasına devam ve savaşıma yararlı hizmet yerine getirmektedirler. 337 senesi (1921) içinde üç milyon kişilik çiçek aşısı yapabilen Sivas (Hıfzıssıhha) Kurumu, geçen yıl içinde beş milyon kişilik çiçek aşısı, 537 kg kolera, 407 kg tifo aşıları üretmiş ve bunlar halka yaygın biçimde uygulanmıştır…” 1 { Kaynak : Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri. Cilt I-III, sayfa 306-7, kaynak no 37 }

1923 yılında ülkemizde 6423 hasta yatağı ve 86 hastane bulunmakta ise de bu hastanelerin sadece 3 tanesi devlet mülkiyetindeydi ve diğerleri özel sektör, yerel yönetimler, yabancılar ve azınlıklara ait hastanelerdi. 1923 yılında Devlet Bütçesi 137.333.471 lira S.S.Y.B. bütçesi 3.038.226. lira, Bakanlık bütçesinin devlet bütçesi içindeki oranı %2.21, Bakanlığa ayrılan bütçeden fert başına düşen harcama 0.25 liradır(9). Sağlık Bakanlığının kurulması ile devlet bünyesinde sağlık hizmetlerinin sunumu gerek yeni birimler kurarak gerekse mevcut birimleri kamu bünyesine dahil ederek büyümeye başlamıştır.Bu dönemde sağlık politikalarının özellikle kentsel alanlarda yeni hastanelerin inşa edilmesi, sıtma ve verem gibi hastalıklarla mücadele programlarıyla karakterize olduğu söylenebilir(3). 1923 yılında sağlık teşkilatı temsilcileri olarak taşrada sağlık müdürlükleri vardı ve bunlar, hükümet ve belediyenin karantina tabiplikleri ile sıhhiye memurlarından oluşuyordu (1).

Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren Sağlık Bakanlarımızı aşağıdaki tabloda inceleyebiliriz (Tablo-1).

 

 

BAKAN GÖREVE BAŞLAMA GÖREVDEN AYRILMA
1 Dr. Adnan Adıvar 3 Mayıs 1920 10 Mart 1921
2 Dr. Refik Saydam 10 Mart 1921 20 Aralık 1921
3 Dr. Rıza Nur 24 Aralık 1921 27 Ekim 1923
4 Dr. Refik Saydam 30 Ekim 1923 21 Kasım 1924
5 Dr. Mazhar Germen 22 Kasım 1924 3 Mart 1925
6 Dr. Refik Saydam 4 Mart 1925 25 Ekim 1937
7 Dr. Ahmet Hulusi Alataş 25 Ekim 1937 18 Ocak 1945
8 Dr. Sadi Konuk 18 Ocak 1945 5 Ağustos 1946
9 Dr. Behçet Uz 7 Ağustos 1946 10 Haziran 1948
10 Dr. Kemali Bayazıt 10 Haziran 1948 22 Mayıs 1950
11 Prof. Dr. Nihat Reşat Belger 22 Mayıs 1950 19 Eylül 1950
12 Dr. Ekrem Hayri Üstündağ 20 Eylül 1950 17 Mayıs 1954
13 Dr. Behçet Uz 18 Mayıs 1954 9 Aralık 1955
14 Nafiz Körez 9 Aralık 1955 25 Kasım 1957
15 Dr. Lütfi Kırdar 26 Kasım 1957 27 Mayıs 1960
16 Prof. Dr. Nusret Karasu 27 Mayıs 1960 25 Ağustos 1960
17 Prof. Dr. Nusret Hasan Fişek 25 Ağustos 1960 5 Eylül 1960
18 Prof. Dr. Salih Ragıp Üner 5 Eylül 1960 20 Kasım 1961
19 Dr. Süleyman Suat Seren 20 Kasım 1961 26 Haziran 1962
20 Dr. Yusuf Azizoğlu 26 Haziran 1962 26 Ekim 1963
21 Prof. Dr. Fahrettin Kerim Gökay 5 Kasım 1963 26 Aralık 1963
22 Dr. Kemal Demir 26 Aralık 1963 20 Şubat 1965
23 Dr. Faruk Sükan 22 Şubat 1965 27 Ekim 1965
24 Dr. Edip Somunoğlu 27 Ekim 1965 1 Nisan 1967
25 Dr. Vedat Ali Özkan 1 Nisan 1967 12 Mart 1971
26 Prof. Dr. Türkan Akyol 26 Mart 1971 13 Aralık 1971
27 Dr. Cevdet Aykan 13 Aralık 1971 23 Mayıs 1972
28 Dr. Kemal Demir 23 Mayıs 1972 16 Nisan 1973
29 Dr. Vefa Tanır 16 Nisan 1973 26 Ocak 1974
30 Dr. Selahattin Cizrelioğlu 26 Ocak 1974 18 Kasım 1974
31 Dr. Kemal Demir 18 Kasım 1974 18 Nisan 1977
32 Dr. Vefa Tanır 18 Nisan 1977 21 Haziran 1977
33 Prof. Dr. Celal Ertuğ 21 Haziran 1977 21 Temmuz 1977
34 Cengiz Gökçek 21 Temmuz 1977 5 Ocak 1978
35 Dr. Mete Tan 5 Ocak 1978 12 Kasım 1979
36 Dr. Münif İslamoğlu 12 Kasım 1979 12 Eylül 1980
37 Prof. Dr. Necmi Ayanoğlu 22 Eylül 1980 23 Aralık 1981
38 Prof. Dr. Kaya Kılıçturgay 23 Aralık 1981 23 Aralık 1983
39 Mehmet Aydın 23 Aralık 1983 17 Ekim 1986
40 Doç. Dr. Mustafa Kalemli 17 Ekim 1986 21 Aralık 1987
41 Bülent Akarcalı 21 Aralık 1987 26 Haziran 1988
42 Cemil Çiçek 26 Haziran 1988 26 Temmuz 1988
43 Nihat Kitapçı 6 Temmuz 1988 31 Mart 1989
44 Halil Şıvgın 31 Mart 1989 23 Haziran 1991
45 Doç. Dr. Yaşar Eryılmaz 23 Haziran 1991 20 Kasım 1991
46 Dr. Yıldırım Aktuna 20 Kasım 1991 25 Haziran 1993
47 Rıfat Serdaroğlu 25 Haziran 1993 28 Kasım 1993
48 Ecz. Kazım Dinç 28 Kasım 1993 15 Ağustos 1994
49 Dr. Doğan Baran 15 Ağustos 1994 17 Mart 1996
50 Dr. Yıldırım Aktuna 7 Mart 1996 26 Nisan 1997
51 Nafiz Kurt 30 Nisan 1997 13 Mayıs 1997
52 Doç. Dr. İsmail Karakuyu 13 Mayıs 1997 30 Haziran 1997
53 Dr. Halil İbrahim Özsoy 30 Haziran 1997 11 Ocak 1999
54 Dr. Mustafa Güven Karahan 11 Ocak 1999 29 Mayıs 1999
55 Doç. Dr. Osman Durmuş 29 Mayıs 1999 19 Kasım 2002
56 Prof. Dr. Recep Akdağ 20 Kasım 2002 24 Ocak 2013
57 Dr. Mehmet Müezzinoğlu 24 Ocak 2013 Görevde

Tablo-1: Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanları (http://www.saglik.gov.tr/TR/belge/1-334/bakanlarimiz.html)

Binbaşı Dr.Refik Saydam ikinci Sağlık Bakanı olarak görev almış ve Cumhuriyet’in sağlıkla ilgili ilk çalışma programında üç ana başlık altında toplanabilecek hedeflerle sağlık sorunlarına ilişkin çözümler üretilmesi planlanmıştır (4):

1.İdari ve hukuki çalışma (mevzuat): Planlama yapmak, devlet ve sağlık örgütünü esnek ve yaygın hale getirmek, sağlıkla ilgili yasaları yapmak

2.Kurumsallaşma: Bakanlık merkezini organize etmek, numune hastaneleri, sağlık merkezleri, sağlık istasyonları, doğum ve çocuk bakımevleri açmak, sağlık örgütlerini köylere yaymak, Hıfzısıhha Okulu ve Hıfzısıhha Enstitüleri kurmak

3.Personel temini: Bakanlık merkez kadrosunun oluşturulması, hekim, sağlık memuru ve ebe yetiştirmek, sıtma, verem, trahom, frengi ve kuduz gibi önemli hastalıklarla savaş ekipleri kurmak

1.1.1. Sağlık Mevzuatı Çalışmaları

            1923-1938 döneminde sağlık mevzuatı çalışmaları önemli bir yer tutmuş ,sağlık sistemi adeta yeniden yapılandırılmış ve ögrütlendirilmiştir.Bu kapsamda 50 yasa ve 18 tüzük hazırlanmış ve yürürlüğe konulmuştur.

Bu dönemde yayınlanan yasaların bazıları Tablo-2’de incelenebilir:

 

1 1920 tarih ve 38 sayılı Tababet-I Adliye Hakkında Kanun
2 1926 tarih ve 831 sayılı Sular Hakkında Kanun.
3 1926 tarih ve 826 sayılı Etibaa’nın (AS: Tabiplerin) Sıtma Enstitülerinde Staj Zorunluluğu Hakkında Yasa.
4 1926 tarih ve 839 sayılı Sıtma Mücadelesi Hakkında Yasa
5 1926 tarih ve 927 sayılı Sıcak ve Soğuk Maden Sularının Üretimi ile Kaplıcalar Tesisatı Hakkında Yasa.
6 1926 tarih ve 1262 sayılı Türk Kodeksi Hakkında yasa.
7 1927 tarih ve 984 sayılı Ecza Ticarethaneleri ile Sanat ve Ziraat İşlerinde Kullanılan Zehirli ve Müessir Kimyevi Maddelerin Satıldığı Dükkanlara Özel Yasa.
8 1927 tarih ve 992 sayılı Seriri ve Gıdai Taharriyat ve Tahlilat Yapılan ve Masli Teamüller Aranılan Umuma Mahsus Bakteriyoloji ve Kimya Laboratuvarları Yasası.
9 1928 tarih ve 1219 sayılı Tababet ve Şuabatı Sanatlarının Tarz-ı İcrasına Dair Yasa.
10 1928 tarih ve 1262 sayılı İspençiyari ve Tıbbi Müstahzarlar Yasası.
11 1930 tarih ve 1593 sayılı Umumi Hıfzısıhha Yasası.
12 1933 tarih ve 2219 sayılı Hususi Hastaneler Yasası
14 1933 tarih ve 2313 sayılı Uyuşturucu Maddelerin Murakabesi Hakkında Yasa.
15 1934 tarih ve 2821 sayılı Seyyar Tabiplerin Vazifeleri HakkındaTalimatname.
16 1935 tarih ve 2767 sayılı Sıtma ve Frengi İlaçları Yasası.
17 1936 tarih ve 3039 sayılı Çeltik Ekim Yasası.
18 1936 tarih ve 3017 sayılı Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaleti Teşkilat ve Memurin Yasası
19 1937 tarih ve 3153 sayılı Radyoloji Radyum ve Elektrikkle Tedavi ve Diğer Fizyoterapi Müesseseleri Hakkında Kanun

Tablo-2: 1923-1938 dönemi sağlık hizmeti yasalarından başlıcaları

 

1.1.2. Kurumsallaşma Çalışmaları

İdari yapılanma ve kurumsallaşma alanında 1928 yılında, “Tebabet ve Şuabatı Sanatlarının Tarz-ı İcrasına DairKanun” adı ile  çıkarılan ve halen yürürlükte olan “1219 sayılı, sağlık mesleklerinin nasıl yürütüleceğine dair kanun” Cumhuriyetin en büyük eserlerinden biri olarak kabul edilebilir. Ayrıca 1930 yılında çıkarılan 1593 sayılı Umumi Hıfzısıhha Yasası, o dönemin uluslararası alanda en ileri sağlık yasalarından biriydi. Sovyetler Birliği hariç Yakın Asya, Orta Doğu ve Türkiye’yekomşu ülkeler dahil bir çok Avrupa ülkesinde benzer bir umumi yasa yoktu. Yasa o denli toplumsal bir yayılım taşıyordu ki, yasanın bakanlığın görevlerini belirleyen 18 maddesinden 15’i “koruyucu sağlık hizmetleri” ile ilgiliydi (5).Sağlık örgütü merkezde Sağlık Bakanlı ve Bakanlık Örgütü, illerde valiye bağlı ve kaymakamın danışmanı olan hükumet tabibinden oluşmaktadır.O dönemdeki kırsal kesimde Bakanlığın temsilcisi konumundaki hükumet tabipliğinin görevleri dört ana başlıkta toplanmıştı (5):

1.Koruyucu hekimlik görevleri

2.İyileştirici hekimlik görevleri

3.Adli hekimlik görevleri

4.Sağlık yöneticiliği görevleri

Hemen her ilçeye bir hükumet tabibi atansa da o dönemde koruyucu sağlık hizmetlerine ve bulaşıcı hastalıklara büyük önem verilmiş, hasta tedavi hizmetleri ise asli hükumet görevi olmaktan ziyade daha çok yerel yönetimlere bırakılmıştır.

Cumhuriyet’ten sonra, hekimlerin görev ve çalışma koşullarını belirleyen yeni yasalar çıkarıldı. Serbest çalışan hekimlerle diş hekimlerinin, eczacıların, ebelerin mesleki çalışma kuralları saptandı. Hekimlerin mesleki örgütü, Tabibler (Etibba) Odası kuruldu. Genel Sağlık Kanunu çıkarıldı; 309 maddelik bu “mükemmel” yasa, “Cumhuriyet’in büyük eserlerinden biri” olarak kabul edildi(6). Ankara’da, sağlık sorunlarının bilimsel incelemesini yaparak, hastalıklarla savaşımda yöntem belirleyecek, aşı ve serum araştırması yapıp üretecek, ‘Merkez Sağlık Müessesesi’ kuruldu. Müessese’nin kimya ve bakteriyoloji bölümleri, 1931 yılında açıldı. Diğer aşı üreten kuruluşların nitelik ve üretim yetenekleri yükseltildi(6).

Salgın hastalıklarla mücadele için 1920 yılında yerli aşı üretimine geçilmiş, Sivas’ta üretilen üç milyon çiçek aşısının tümü halka uygulamıştır. Sıtmalı yörelere, 1925-1931 arasında 6500 kilogram kinin dağıtılmıştır(6). Frengi mücadelesine, yetmezlik içindeki devlet bütçesinden harcamalar yapılmış, halka hizmet götürecek doktor sayısını arttırmak için, askeri doktorların bir bölümü ordudan alınarak sivil alanda görevlendirilmiştir. 1921’de, bir yıl önce üç milyon ünite üretilen çiçek aşısı miktarı 5 milyona çıkarılmış. Sivas’taki aşı üretim merkezi genişletilerek bir yıl içinde 537 kilo kolera, 477 kilo tifo aşısı üretildi ve bu aşıların tümü halka uygulanmıştır (7). İstanbul ve Sivas’tan sonra Diyarbakır’da da bakteriyoloji, kimya laboratuarı ve aşı merkezi birimlerine sahip sağlık merkezi kurularak; sağlık hizmetlerinin dağılımında denge sağlanmaya çalışıldı. Afyonkarahisar, Eskişehir ve Niğde gibi illerde tıbbi temizleme (sterilizasyon) merkezleri açıldı. Urla ve Sinop karantina merkezleri, bakımdan geçirilerek yeniden devreye sokuldu. 1000 kg devlet kinini, Ziraat Bankası aracılığıyla hastalara dağıtıldı. Devlet hastanelerine başvuran 30 bin hastanın 20 bini tedavi edildi(8).



2 Eylül 1925 yılında 1.Milli Türk Tıp Kongresi’nde alınan karar ile başlatılan sıtma mücadelesiyle, 1931’e dek 2 milyon hastaya ulaşıldı. Adana’da, uzman hekim yetiştirecek bir Sıtma Enstitüsü, yurdun değişik bölgelerinde 11 Sıtma Dispanseri açıldı(5). Aynı yıl sifilis ve trahom mücadelesi’ne girişildi; Urfa, Maraş ve Siverek’te kalıcı; Gaziantep, Kilis, Besni, Malatya ve Siverek’te gezici trahom hastaneleri kuruldu. 1923 yılında 3 milyon trahomlu hasta vardı.1924’te Heybeliada’da bir Verem Sanatoryumu; Ankara, Bursa ve İstanbul’da verem dispanserleri açıldı. Köklü verem mücadelesi 1927 yılında başlamıştır(9).1930’da özellikle Doğu Karadeniz’de yaygın olan ölümcül ankilostom parazitine karşı mücadele başlatıldı, üç yıl içinde 43 865 hasta tedavi edildi. “Darülkelp Tedavihanesi” adıyla yalnızca İstanbul’da bulunan, bu nedenle Anadolu’da birçok acılı ölüme neden olan Kuduz’u önlemek için, Sivas, Diyarbakır ve Erzurum’da Kuduz Tedavi Müessesi açıldı; yerli kuduz aşısı üretildi(5,6).

Hastalıklar ve korunma yöntemleri konusunda halkı aydınlatmak için, sağlık müzeleri açıldı. Ankara, Sivas, Diyarbakır ve Erzurum’da, hekimliğin tüm uzmanlık dallarını içinde toplayan Numune Hastaneleri kuruldu. Ankara, Konya, Balıkesir, Adana, Çorum, Malatya, Erzurum ve Kars’ta doğum ve çocuk bakımevleri açıldı. 150 ilçede, ücretsiz muayene ve tedavi eden, parasız ilaç veren 150 dispanser kuruldu(6).

Sağlık hizmetlerini köylere dek yaymak için “seyyar tabiblik” uygulaması getirildi. Bu işe öncülük etmek ve köy taramalarındaki deneyimleri Anadolu’nun tümüne yaymak için, Etimesut’ta, Toplum Sağlığı Numune Dispanseri kuruldu. Türkiye’ye özgü bir uygulamayla, hekimler at, eşek ya da kağnıyla köyleri dolaşarak hastalık taraması yaptılar. Hastanelere uzak yörelere “Muayene ve Tedavi Evi” adıyla 5-10 yataklı sağlık hizmet birimleri kuruldu. Buralarda 5 yataklı olanlara bir “hükümet hekimi”, on yataklı olanlara ise ayrıca bir hekim görevlendirildi. Sayıları zaman içinde 300’e varan bu birimlerin açılmasına, 1950’den sonra, Adnan Menderes Hükümeti tarafından son verildi(7).

1.1.3. İnsan Kaynakları Çalışmaları

Tıp eğitimini özendirici kararlar alındı. Gelir düzeyi düşük olan başarılı öğrencilerin de tıp eğitimi alması özendirildi, ücretsiz öğrenci pansiyonları, burs olanakları sağlandı. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesinin olanakları, ayrıcalıklı desteklerle arttırıldı. Üniversite’deki öğrenci sayısı 1000’e çıkarıldı. Hekimlere zorunlu hizmet yükümlülüğü getirildi. Anadolu’da hizmet yapan hekimlerin aylıkları yükseltildi. O yıllarda koruyucu sağlık hizmetlerinde çalışan bir hekim, zorunlu hizmet yaparken, başbakandan daha fazla ücret alıyordu(7). Tıp fakültesinde okuyan öğrencileri ücretsiz yatırmak ve yedirmek için 1924’te 200 kişilik ‘Tıp Talebe Yurdu açıldı. 1929’da 300 kişilik duruma getirildi. 21 Şubat 1925’te Kızılay Hemşirelik Okulu açıldı(9). Anadolu’nun değişik bölgelerinde, sağlık memuru ve ebe yetiştiren okullar açıldı, İzmir’de yüz yataklı özürlüler okulu hizmete sokuldu(6). İlk defa 1927 yılında Haydarpaşa Tıp Fakültesi’nden bayan doktor mezun olmaya başlanmıştır(9). 1933 Üniversite reformu ile Tıp eğitimine verilen önem daha da arttı.İstanbul Üniversitesi kuruldu ve İstanbul Tıp Fakültesi kuruldu.Hitler Almanya’sından ayrılmak zorunda bırakılan uluslararası üne sahip bilim insanlarına (142 kişi) kapılarını açtı. Kısa zaman içinde de İstanbul Üniversitesi ve İstanbul Tıp Fakültesi dünyanın en saygın bilim kurumları arasında yerlerini aldılar. Almanya’dan davet edilen Ord. Prof. Dr. Julius Hirsch, ülkemizde koruyucu sağlık hizmetlerinin gelişiminde önemli roller üstlendi (1). 1936 yılında, Ankara’da Amerikan Rockefeller Fonu desteğiyle “Halk Sağlığı Okulu” açıldı. Bu okul uzun süre, her düzeyde sağlık personeli yetiştirdi ve halk sağlığı alanında uzmanlık eğitimi verdi. Sağlık Bakanlığı’na kurmay bir danışmanlık birimi olarak hizmet veren bu okul, 12 Eylül 1980’den sonra kapatıldı(6).

Sağlık Bakanı Dr. Refik Saydam’ın Hıfzıssıhha Mektebi’ni Açış Konuşması (2 Kasım 1936)

“Sayın hocalar ve arkadaşlar, Bugün yıllardan beri izlediğimiz idealin, bir aşamasına daha erişmiş bulunuyoruz. Türk Hıfzıssıhha Okulu açılıyor. Bu vesileden yararlanarak halkın hayat ve sağlığını ilgilendiren işlerde Sağlık Bakanlığı’nın izlediği prensiplerden de bahsetmek fırsatını bulduğum için ayrıca sevinç duyuyorum. Ben 1921’de Bakan olarak işe başladığım zamanki henüz Millî Mücadele bütün şiddetle devam ediyordu. Meslek hayatında sıkı düzenin, disiplinin sonradan meydana geldiğini düşünen zümrelerle karşılaştım. Çünki Türkiye’de tıp san’atını icra etmekte olduğu kadar, halk sağlığı işlerinde de idarede de bu meslek mensuplarının kendi yollarını seçmede serbest olduğu hakkında bir fikir vardı. Yani tıp öğrenimini yapan her meslektaş, tedavide olduğu kadar koruyucu önlemlerin alınmasında da yalnız kendi bilgi ve görgüsünü yeterli görüyordu. O devirde, bir il merkezinde çıkan ufak bir gazete Sağlık Bakanı’nın halkın sağlığının korunması veyahut mevcut bir hastalıkla mücadele için devlet sağlık memurlarına yöntem göstererek yaptığı bir genelge tenkit ediliyor ve bunların bilinmez şeyler olmadığı ve her hekimin bunları bildiği gibi tatbik edileceğinden, buna karışmanın mesleğe bir tecavüz olduğu yazılarak sonradan bir şey sokulmaması isteniyordu. Yani, bunu yazan arkadaşlar milli sağlık işlerinin çerçevelenmesini, devlet sağlık idaresinin herhangi bir direktifini ilimlere, san’atlarına karşı, adeta şahsi hürriyetlerini sınırlayan bir tecavüzmüş gibi ele alıyorlardı.



Bunun nedenleri vardı : Gördüğümüz öğrenim soyut ilim halinde idi, dershanelere yalnız tedavicilik zihniyeti hakimdi. Arada hamle gösteren bir iki hocanın sesi herhangi bir harekete kâfi gelemiyordu. Bundan dolayı, yetişen nesil de, kendini yetiştiren nesle uyuyordu. Bundan dolayı karşısında halk hayat ve sağlığını belli prensipler dahilinde, korumaya yönelik herhangi bir harekete elbette boyun eğmezdi; fakat dünya gidişi başkalaşmış, koruyucu tıp yöntemleri yepyeni bir sahaya girmiş. Bir asırdan fazla bir süreden beri yeni yöntemde tıp öğrenimini kabul etmiş olan Türk tıp okulu arada meydana gelen yeniliklerden haberi yokmuş gibi görünüyordu. Yani halk hayat ve sağlığı için medeni dünya tıp mensuplarının, kendi memleketleri idare teşkilatları üzerine yaptıkları hayırkâr etkileri ve bundan meydana gelen olumlu sorunları görülüyor, okuyor, fakat geleneklerine çok bağlı kalarak memleketimizin idare şubeleri üzerine etkili olmayan bir türlü başlayamıyordu. Bundan dolayı da kendinin yetki hududu hasta koğuşundan veya tedavi ettiği hasta odasından dışarı çıkmıyordu. Eğer, son bir asırlık sosyal tıp hayatımız göz önüne getirilecek olursa, toplumun hayatını tehdit eden işlerde, zamanın çok ünlü isimlerini ve şahıslarını bir tarafa bırakarak o vakit ki yönetim kurulunun bu işler için başka memleketlerin uzmanlarına müracaat ettikleri birçok defalar görülür. Bundan dolayı bizde; yani kanunî yaptırım güçleri henüz belirmemiş genç Sağlık Bakanlığı ne kadar çalışırsa çalışsın ve ne kadar uğraşırsa uğraşsın kendine mensup olanlar tarafından bile iyi görünmeyen bir yolda yürüdüğü zannı altında idi ve olaylar göstermeksizin bütün meslek mensuplarına ve özellikle devlet sağlık memurlarına bir defa da bu fikirleri aşılamak ve anlatma imkanı yoktu. O dereceye kadar ki, kaldırılan Tıp Fakültesine, talebeye son ders senelerinde koruyucu sağlık işleri hakkında, Sağlık Bakanlığı tarafından yapılan bir teklife “bizim görevimiz yalnız tıp öğrenimi vermektir” cevabı alınmış ve sorunun çözümünün ne kadar zor olacağı bir kere daha anlaşılmıştı.

Devlet idare şubelerine, koruyucu tıp ve Sosyal Hıfzıssıhha fikirlerinin sokulması için o vakitlerde başlayan mücadelemiz senelerden beri devam ediyor.Halkın hayatı sonsuz bir nehir gibi akarken, devlet sağlık idaresinin de, bunun yönünü milletin sağlamlığı ve canlılığı açısından devamlı göz önünde bulundurmak ve gereken önlemleri almakla yükümlü kılmıştır. Bunun da bir devlet işi olduğu bütün devlet teşkilâtı kademlerine hazmettirmek için yıllarca çalışmak gerekmiş ve bugün gözle görünür ve el ile tutulur derecede olumlu işleyen sağlık mücadeleleri ve organizasyonu, o vakit inanmayanların alaylı gülüşleri karşısında, işe başlamış ve varlığını olaylarla isbata zorunlu olmuştur. Arada, 1925 Mart’ında yeni usulle bir sağlık yönetiminin ne demek olduğunu gösteren “Genel Sağlık Yönetimi Esasları” isminde bir kitabı İngilizce’den tercüme ettirerek takdim ederken biliyordum ki, bu da maksadı temine yeterli değildi.Fakat o zaman vasıtalarımız o kadarına elverişli olduğu için, ancak o kadarını yapabilmiştik. Hattâ o eserin başına yazdığım ufak bir önsözde, “Türkiye Cumhuriyeti’ nin girdiği yeni yoldan Türk milletinin hayat ve sağlığı, takip etmesi lâzım gelen sağlık – sosyal program için ne tecrübelere girişmesine zaman vardı, ne de bu gibi tecrübelere verecek parası.



Bunun için bütün milletlerin geçirdiği tecrübelerin sonuçlarından hemen yararlanmak isteriz…”demiştim. O zamanları, biz programımızda hiçbir tereddüt yapmadan yürüdük. Bugün içinde bulunduğumuz müesseseleri yaparken, yeni tecrübeler yapmak için değil tecrübe edilmiş yollarda yürüyerek bir an evvel Türk sağlığını koruyacak unsurları yetiştirmek çarelerini elde etmeğe uğraştık. Müsade ederseniz bunu biraz daha açıklamak isterim : Meselâ; bir suyun kaptajı, bir kanalizasyonun kurulması, bir evin inşası, bir zararlı kaynağın kurutulması, bir köyün kurulması Türkiye’de yapılmış işler değildi. Fakat bu işler yapılırken onu yapanların yanında ve birinci safta koruyucu tıp ve sosyal hıfzıssıhha fikirlerini temin edecek devlet sağlık idaresi ve onun temsilcisi ile yapanın veya uygulayanın bilgileri arasında bu iki prensibin varlığına gerek olduğu ve o işle bu fikirlerin nasıl bir araya getirileceğini bilen insanlar noksandı.Buna nazaran birinci görev olan millet hayatında bir devlet sağlık idaresine de gerek olduğu zihniyeti yaparak ve bu idarenin temsilcilerini yetiştirmek, sonra da uygulamaya geçmek gerektiği sonucuna vardık. İşte arkadaşlarım, yıllardan beri devam eden çalışma ile listesi çok uzun olan her şekilde kanunlarımızı Büyük Millet Meclisinin onayına arzederken bir taraftan bu yepyeni bir şekilde ve tamamen medeni dünya düzeyinde müesseseler vücuda getirmek devlet sağlık memurlarına koruyucu tıp ve sosyal hıfzıssıhha prensiplerini telkin etmek için çalıştık.Bugün açılan bu okul, işte o çalışmaların bir aşamasıdır ve bu müessesenin kurulmasiledir ki, yukarıdan beri hikâye ettiğim temelsiz düşünüşlerin giderilme-si ve yerine yine açıklamaya çalıştığım fikirlerin geçmesi imkân dahiline girmiştir. Bugüne kadar devlet sağlık yönetiminin kurulması ve işleyebilmesi için harcanan emekler, ona mensup olanlara ve harice göstermiştir ki; millet hayatında, organize ve çerçeveli bir çalışmadan başka hiçbir şekilde başarılı olmanın imkânı yoktur.

Arkadaşlar, bu müessesenin içine girdikten ve güzide hocalarının konuşmalarını dinledikten sonra anlaşılacaktır ki, toplum sağlığı ile ilgili işler yalnız fakülte sırasındaki öğretimle çözümlenir işlerden değildir. Bugünkü hekimlik san’atı, millet hayatında, özellikle önemi olan bir meslek haline gelmiştir. İhtiyarlamak, insan hayatının kaçınılması mümkün olmayan bir sonucudur. Fakat bütün dünyanın arzusu, sağlığı bozacak etkenlerin meydana gelmemesine gayret etmek, varolanları gidermek ve sonuçlarını iyileştirmek, çalışma kuvvetini artırmak ve ortalama ömrünü uzatmaktır. Bugünün gerçek hekiminden istenilen ve yapacağına güven beslenilen sorunlar bunlardır. Medeni dünyanın uzun çalışma yıllarının ürünü olan bu güveni Türk vatanında kurmak ve sağlamak da sizin ve bizim omuzlarımıza verilmiş olan bir güvendir. Devlet yönetiminde görev alan hekimin statüsü, yüksek bir öneme sahiptir. Bu statüyü işgal edenlerin sağlık – sosyal alandaki bilgilerinin alanını her gün biraz daha genişletmek zorunluğu olduğunu size söylemekle ileri gitmiş olmam zannederim. İlk kademede hekimin hastasına ve yardımına ihtiyaç gösterenlere karşı telkin edeceği kişisel güven gelir. Bu aynı zamanda hekimin görevine bağlı bir şahsiyet olduğunu gösterecek ve belirtecek bir özelliktir. Bu noktadan itibaren hekimin görevi genişler. Yalnız tedavi ettiği hastalıklar açısından değil, gelmesi muhtemel hastalıkları giderecek bir mücadeleci gibi düşünülür. Bundan dolayı ailelerin gizli danışmanı, tüm sağlık kuruluşlarında onların en yakın akrabasından biri olur. Hekim, hastalıkların giderilmesinde oynadığı rolden daha ziyade, sağlıklı olanların bu durumlarını korumak için tüketeceği emek ile koruyucu tıp ve sosyal hıfzıssıhha alanına girer. Bu noktadan itibarendir ki; Türk Devleti’nin, Türkiye Cumhuriyeti’nin, millet hayat ve sağlığı hakkındaki kanunlarının gereklerini yapma maddi ve manevi zorunluluğu altında kalır. Yani devlet, sağlık yönetiminin milletin sağlam olması için ailenin hayatı içinde çok önemli bir rolü olan düşünür bir devlet unsuru olur. Bundan anlaşılmasın ki, biz devlet hizmetinde bulunan hekimi, hiçbir zaman, soyut kavram ile hekim olmaktan ve öyle kalmaktan menediyoruz. İstediğimiz, devlet memuru olduğu sürece halk hayatı ile ilgili işlerde Cumhuriyet sağlık yönetiminin kendisine verdiği görevi o yönetimin belli prensiplerine uygun olarak görmesidir. Cumhuriyet hükümeti, Türk milletinin hayat ve yükselme yeteneklerini bütün azmiyle fazlalaştırmağa uğraşırken, istikbalde kuvvetli ve güzel bir gelişmeyi göz önünde tutuyor. Cumhuriyet sağlık yönetimi de bu yüksek ideale tam an-lamı ile uymak için kendi görev hududu içindeki işlerden biri olan ve bu günün sağlık – sosyal bilgilerini öğretecek olan bu okulu açmak için yıllardan beri çalışıyordu. Bu okul, aynı zamanda, devlet Sağlık yönetimini elinde tutacak olanlara Cumhuriyet Hükümetinin ne kadar büyük önem verdiğini gösteren bir müessesedir.

Türkiye Hıfzıssıhha Okulu açılırken bana düşen diğer bir görev daha vardı. O da yüksek ideali ile bütün dünyada hürmetle anılan “ Rockfeller Vakfı” isminin bu müessese-nin vücudu ile de yakından alâkadar olduğunu söylemek ve Vakfın Merkez Hıfzıssıhha Müessesenin ve Hıfzıssıhha Okulunun inşasına ve tesisine bağışladığı (280) bin Dolardan başka, Okulun faaliyete girmesi için de hürmetle tanıdığımız sevimli arkadaşımız Bay Dr. Collens’i müdür olarak vermesini şükranla yâdetmek benim için bir borçtur. Rokfeller Vakfı’nın bize kıymetli yardımları bundan ibaret değildir. Birçok Türk doktorlarının koruyucu tıp ve sosyal hıfzıssıhha branşlarında olgunlaşma kurslarını yıllardan beri üzerine almış ve Okulu sağlık mühendislik şubesine de muhterem, Mühendis, Rayt gibi kıymetli bir elemanını vermiştir. Rockfeller Vakfı hakkındaki teşekkürlerimi bitirmeden, bize yıllarca büyük dost olarak manevi yardımlarını esirgememiş olan Prof. Dr. Rassel, Prof. Dr. Gan ve Dr. Söyer ve Dr. Ştrod’un isimlerini hürmetle anmayı bir borç bilirim.



Arkadaşlarım, okulda lütfen, öğretim görevi almış olan profesörlere ve diğer arkadaşlarıma teşekkür ederken, burada ders alacak arkadaşlarıma da kendilerini başarılı kılmak için elimizdeki bütün araçları kullandığımıza emin olmalarını rica ederim. Arkadaşlarım, devlet sağlık yönetimi yepyeni bir yola daha giriyor. Bunun en büyük sevincini benim duyduğumu söylersem lütfen çok görmeyiniz. Bana inanarak yıllardan beri beraber çalışan arkadaşlarıma da bütün kalbimle teşekkür ederim. Asıl onlar, Türk sağlıkçılığının öncüleridir. Bütün başarıyı ben kendilerine borçluyum. Arkadaşlarım, asırlardan beri Türk vatanının, Türk milletinin, birçok cephelerde olduğu gibi, ihmal edilmiş sağlık varlığını temin için bize fırsat veren büyük şefimiz Atatürk’e büyük Başkanımız İnönü’ye buradan bir kere daha minnet ve şükranlarımı arzederim. Bir millet hayatında 1 gün bile olmayan kısa bir zamanda meydana gelen bu eserler, ancak onların yüksek güveni ve desteğiyle olduğunu söylemekle rahat duyarım. Türk milletine olduğu kadar, Türk sağlıkçılarına da bu Okul kutlu olsun.”

1923-37 arasında 14 yıl boyunca Ata’nın Sağlık Bakanlığı’nı yapan Dr. Refik Saydam, (1939-42 arasında ülkemizin 4. Başbakanlığını da üstlenmiştir) koruyucu sağlık hizmetlerini öne çıkaran bir politika izlemiştir. Dr. Saydam “Tabip, hastalıkların bertaraf edilmesinde oynadığı rolden çok, sağlıklı olanların bu durumlarını korumaları için çaba harcayacaktır.” düşüncesindeydi. Memleket Tabiplikleri (sonradan Hükümet Tabiplikleri) kurarak bulaşıcı ve salgın hastalıklarla canını siper ederek savaşmıştır(1).

1929-1933 döneminde izlenecek sağlık politikasının başlıca hedefleri şu şekilde tespit edilmiştir; doğum öncesi ve doğumda süt çocukları ve okul çağı çocuklarında ölümleri azaltmak, doğumu teşvik etmek, salgın hastalıklarla savaş teşkilatını geliştirmek ve savaş alanını yaygınlaştırmak, doktor ve diğer sağlık personeli sayısını artırmak, sağlığın korunmasına öncelik vermek ve gerekli kanunları çıkarmak, öncelikli konulara önem verilerek kaynakları değerlendirmek ve savurganlıktan kaçınmak, Milli Kongreleri sürdürmek ve milletlerarası kongrelere katılmak, üniversiteyi çağdaşlaştırmak, yayın çalışmalarını artırmak ve halkı bilgilendirmek, sağlık hizmetleri veren tüm kurum ve kuruluşlarda devlet kontrolünü sağlamak, milletlerarası işbirliği sağlamak, dost ülkelere yardımda bulunmak(10).



1.2. 1938-1960 Dönemi

Bu dönemdeki ilk önemli girişim 1946 yılında toplanan 9. Milli Tıp Kongresidir.1923-1968 tarihleri arasında 20 Milli Türk Tıp Kongresi gerçekleştirilmiştir.Bunlar Tablo-3’te liste halinde sunulmuştur. Bu kongreler dönemin Tabipler Birliği bünyesinde kurulmuş olan Türkiye Tıp Encümeni tarafından organize edilmekte idi.

1 Birinci Milli Türk Tıp Kongresi (1-3 Eylül 1925- Ankara)
2 İkinci Milli Türk Tıp Kongresi (11-13 Eylül 1927- Ankara)
3 Üçüncü Milli Türk Tıp Kongresi (17-19 Eylül 1929- Ankara)
4 Dördüncü Milli Türk Tıp Kongresi (22-24 Eylül 1931- Ankara)
5 Beşinci Milli Türk Tıp Kongresi (20-22 Ekim 1933- Ankara)
6 Altıncı Ulusal Türk Tıp Kurultayı (7-9 Ekim 1935-Ankara)
7 Yedinci Ulusal Türk Tıp Kurultayı (17-19 Ekim 1938-Ankara)
8 Sekizinci Milli Türk Tıp Kongresi (19-20 Ekim 1943- Ankara)
9 Dokuzuncu Milli Türk Tıp Kongresi (21-23 Ekim 1946- Ankara)
10 Onuncu Milli Türk Tıp Kongresi (4-7 Ekim 1948- Ankara)
11 Onbirinci Milli Türk Tıp Kongresi (16-19 Ekim 1950- Ankara)
12 Onikinci Milli Türk Tıp Kongresi (25-29 Eylül 1952- İstanbul)
13 Onüçüncü Milli Türk Tıp Kongresi  (27 Eylül- 1 Ekim 1954- İzmir)
14 Ondördüncü Milli Türk Tıp Kongresi (28 Eylül-2 Ekim 1956-İzmir)
15 Onbeşinci Milli Türk Tıp Kongresi (28 Eylül- 2 Ekim 1958- Ankara)
16 Onaltıncı Milli Türk Tıp Kongresi (26-29 Eylül 1960- Ankara)
17 Onyedinci Milli Türk Tıp Kongresi (25-29 Eylül  1962-İstanbul)
18 Onsekizinci Milli Türk Tıp Kongresi  (20-23 Eylül 1964 – Ankara)
19 Ondokuzuncu Milli Türk Tıp Kongresi (25-29 Eylül 1966 – İzmir)
20 Yirminci Milli Türk Tıp Kongresi (23-27 Eylül 1968 – İstanbul)

Tablo-3: 1923-1968 arasında düzenlenen Milli Türk Tıp Kongreleri

1946 yılında konreye Sağlık Bakanı Dr.Behçet Uz tarafından sunulan “Birinci On Yıllık Sağlık Planı”na göre ülke yedi sağlık bölgesine ayrılmakta, her bölgenin örgütlenmesinin kendi kendisine yeterli olması hedeflenmekteydi.Her 40 köy için on yataklı bir sağlık merkezi kurulması, bu merkezlerde iki hekim, bir ebe, bir sağlık memuru ve bir ziyaretçi hemşire çalışacaktı.Ayrıca her on köy için bir ebe ve bir sağlık memurunun çalıştırılması öngörülmüştü.Bu merkezler koruyucu ve tedavi edici sağlık hizmetlerini birlikte yürüteceklerdi.Bu yedi bölgenin kuruluşlarının tamamlanmasının ardından her birine bir tıp fakültesi kurulması da öngörülmüştü. Böylece koruyucu ve tedavi edici sağlık hizmetlerinin bütünleştirildiği, bu hizmetlerin tüm yurt düzeyinde yaygınlaştırıldığı, hizmet ünitelerinin nüfus esasına göre kurulduğu bir yapı amaçlanmıştı(11).

Her bölgede 500 yataklı birer hastane açılması ve var olan hastanelerin iyi hizmet üretecek biçimde düzenlenmesi, her bölgede 300 yataklı çocuk hastaneleri, çocuk bakımevleri, 200 yataklı doğumevleri açılması, yaşlı ve düşkünler için yurtlar oluşturulması, çocuk ölümlerinin azaltılması, özürlü vatandaşlara güç kazandıracak kurumların açılması, tropikal hastalıklar için enstitüler kurulması, sağlık personeli yetiştirecek okullar açılması gibi amaçları olan Behçet Uz Planı geçen zaman içinde plan, gereği gibi uygulanmamış, sağlık merkezlerinin bir kısmı yapılmışsa da, bunun etkililikten uzak hizmet verip, uygulama ilçelerden öteye yaygınlaştırılamamıştır (12).



Bu dönemde yayınlanan ve bir kısmı halen uygulanmakta olan yasalar Tablo-4’te sunulmuştur:

1 1940 tarih ve 3958 sayılı Optisyenlik ve Optisyenler Yasası
2 1953 tarih ve 6023 sayılı Türk Tabipler Birliği Yasası
3 1953 tarih ve 6197 sayılı Eczacılar ve Eczaneler Yasası
4 1954 tarih ve 6283 sayılı Hemşirelik Yasası
5 1956 tarih ve 6643 sayılı Türk Eczacılar Birliği Yasası

Tablo-4: 1938-1960 Dönemi belli başlı yasal düzenlemeleri

Bunlara ek olarak 2.Dünya Savaşından sonra ortaya çıkan sıtma, suçiçeği, sifiliz ve cüzzam ile mücadele etmek için “Olağandışı Sıtma Kontrolü Yasası” çıkarılmış ve hastalığa odaklı örgütler kurulmuştur.Ayrıca 1945 yılında Sosyal Güvenlik Kurumu’nun temellerini oluşturan İş Güvenliği Yasası çıkarılmış ve hizmet ile istihdam arasındaki Sağlık Bakanlığı tekeli ortadan kaldırılmıştır(2).

Kanser savaş konusunda ilk teşkilatlanma 1947 yılında Türk Kanser Araştırma ve Savaş Kurumu’nun kurulmasıyla başlamıştır(9).

1938-1950 döneminde Refik Saydam Merkez Hıfzısıhha Enstitüsü çalışmalarında da gelişmeler oldu. 4 Ocak 1941 gün ve 3959 sayılı kanun ile RSMH Enstitüsü’nün görev, yetki ve sorumlulukları yeniden belirlendi. 1942’de Tifüs Aşısı Laboratuarı kuruldu ve cov metodu ile tifüs aşısı ve aynı yolla ilk olarak akrep serumu hazırlanmaya başlanmıştır. 1947 yılında Biyolojik Kontrol Laboratuarı kurulmuş ve Enstitü bünyesinde bir aşı istasyonu hizmete açılmıştır. Ayrıca deri içi yolu ile uygulanan BCG-aşısı üretimine geçilmiştir. 1948’de ilk defa boğmaca aşısı üretimine geçilmiş ve viroloji ve virüs aşıları kurulmak ilk olarak inflüenza virüsü tipleri üzerinde araştırmalara başlanmış, bu arada tavuk vebası ve New-Castle virüsleri üzerinde çalışmalar yapılmıştır. 1950 yılına kadar aşı üretimi 18 çeşitle, serum üretimi 10, antijen ve allerjen üretimi 6, bakteriyolojik analiz ve kontrol 7, kimyasal analiz ve kontrolü de 6 çeşide ulaşmıştır(9).

Tedavi edici sağlık hizmetleri kapsamında 1939’da Bursa, 1942’de Aydın, 1943’te Gaziantep, 1944’te Eskişehir ve Maraş Doğum ve Çocuk Bakımevleri açılmış, 1950’de bu sayı 13’e ulaşmıştır. 1946’da İzmir Çocuk Hastanesi, 1942’de Orhaneli ve Kandıra, 1943’te İskilip, 1944’de Saimbeyli, 1945’te Akdağmadeni, Nevşehir, Tavşanlı ve Vezirköprü sağlık merkezleri faaliyete geçmiştir. 1950’de sağlık merkezi sayısı 22 olmuştur. Trahom hastanelerinin sayısı 1949’ta 13’e, 1950’de 16’ya çıkarılmıştır. Kuduz hastanesi sayısı azaltılarak 1945’te 3’e düşürülmüştür. Aynı yıl zührevi hastalıklar hastanesi sayısı 7 tane idi. 1941’de Elazığ’da bir cüzzam hastanesi hizmete girmiştir. İstanbul Baltalimanı Kemik Hastalıkları Hastanesi 1943’te faaliyete başlamıştır(9).



Türkiye’deki yataklı tedavi kurumlarının toplam sayısı 1940’ta 108, 1945’te 197, ve 1950’de 201 ve yatak sayıları sırası ile 14.383, 16.133 ve 18.837 idi. 1950’de bir yatağa 1.100 nüfus ve 10.000 nüfusa düşen yatak sayısı 9’dur. Bu kurumlarda 1940’ta 176.833 yatarak, 1.161.495 ayakta toplam 1.338.328 kişi tedavi edilmiş ve 187.875 laboratuvar ve röntgen tetkiki yapılmıştır. 1950’de ise 322.686 yatarak,1.892.575 ayakta toplam 2.215.261 kişi tedavi edilmiş ve toplam Laboratuar ve röntgen tetkit sayısı 948.616’ya ulaşmıştır. Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı ise 1940’ta toplam 48 kurum ve 7135 yatağı ile, 15 devlet hastanesinde 4130 yatakla, 1 sağlık merkezi ve 10 yatakla, 10 doğumevi ve 265 yatakla 1 göğüs hastanesi ve 250 yatakla 3 ruh ve sinir hastalıkları hastanesinde 2100 yatakla, 3 trahom hastanesinde 180 yatakla ve 5 kuduz hastanesinde 200 yatakla hizmet vermiştir. Bu sayıları 1950’de toplam 118 kurum ve 14.581 yatağa, 41 devlet hastanesinde 7571 yatağa, 22 sağlık merkezine 220 yatağa, 13 doğumevlerinde 1.083 yatağa, 18 göğüs hastalıkları hastanesinde 2107 yatağa, 3 ruh ve sinir hastalıkları hastanesinde 2800 yatağa, 1 kemik hastalıkları hastanesinde 150 yatağa,1 lepra hastanesinde 200 yatağa, 16 trahom hastanesinde 225 yatağa ve kuduz hastanesine 225 yatağa ulaşmıştır(9).

İşçi Sağlığı konusunda 1938’de Etibank’a bağlı Ergani de Maden Hastanesi’nin, 1936’da Zonguldak’ta Amele Birliği Hastanesi olarak açılıp 06.01.1948’de Ereğli Kömür İşletmelerine devredilen Zonguldak Hastanesi’nin ve yine 1948’de yalnızca iş kazalarına bakan Paşabahçe Sağlık İstasyonu’nun hizmet verdiği görülmektedir. Sosyal Sigortalar Kurumu’nun ilk hastanesi 1949’da açılan Nişantaşı Hastanesi’dir. Henüz hastalık sigortasının kabul edilmediği dönemde iş kazasıyla meslek hastalıkları yada işçi hastanesi adıyla anılıyordu. SSK Şişli,Okmeydanı Hastanesi, Nişantaşı Doğumevi ve Dispanserinin çekirdeği olmuştur(13).

Dünya’daki değişikliklere paralel olarak bu dönemde sağlık alanında milletlerarası ilişkilere de önem verilmiştir. Birleşmiş Milletler üyesi olan Türkiye’de Birleşmiş Milletlerin bir kurtuluşu olan Dünya Sağlık Teşkilatı’nın Anayasası’nı 09-10 Haziran 1947’de 5062 sayılı Kanunla onaylayarak bu teşkilata üye olmuştur.Dünya Sağlık Teşkilatı Anayasa’sı 07 Nisan 1948’de yürürlüğe girerek Teşkilat resmen kurulmuştur. Bu nedenle her yıl 07 Nisan Dünya Sağlık Günü olarak kutlanmakta ve ele alınan bir sağlık konusu işlenmektedir. 1949’da ayrıca Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Teşkilatı’nın (FAO) Türk Milli FAO teşkilatı kurulmuştur(9).

Türkiye’de ilaç üretimine 1949’da basit imalathane halinde faaliyete bulunan 65 adet laboratuar faaliyette bulunuyordu(10).Yine aynı yıl Verem Savaş Dernekleri kurulmuştur.

1952 yılında “Ana ve Çocuk Sağlığı Örgütü” kurulmuş, AÇS merkezleri, şubeleri ve istasyonları açılmıştır.

1953 yılında “Tıbbi ve İspençiyari Müstahzar İmalathaneleri Talimatnamesi” tanzim edilmiştir. 1950’de 69 ilaç laboratuarı ve fabrikası vardı ve 1727’si yerli 3618’i yabancı toplam 5342 hazır ilaç sayısı söz konusuydu. 27 ecza deposu ve 638 eczane vardı. 1960’ta ise, 133 ilaç laboratuarı ve fabrikada 4675’i yerli ve 7313’ü yabancı toplam 11.988 hazır ilaç mevcuttu ve 91 ecza deposu ile 1205 eczane hizmet veriyordu.135 1952’de ilk Türk ilaç fabrikası Eczacıbaşı ilaç fabrikası 1952’de kuruldu. Bunu İbrahim Ethem ve diğerleri izledi(17).



Bu dönemin en önemli gelişmelerinden birisi özel idarelerin hastanelerinin 1953 yılında Sağlık Bakanlığına bağlanarak tüm hastane hizmetlerinin merkezi hükumet görev ve sorumluluğu haline getirilmesinin bir sonucu olarak, il ve ilçe hastanelerinin açılması hız kazanmış ve tedavi edici hizmetlerin yurt sathına yayılmasında önemli mesafeler katedilmiştir(4). 1950-1960 yılları arasında Türkiye’de koruyucu sağlık hizmetleri ikinci plana itilip, yataklı tedavi kurumlarının gelişmesi önem kazanmıştır. Ancak personel açığı nedeni ile yataklı tedavi kurumlarında hizmet sunumu gerilemiştir(12).

1954 Hemşirelik Yasası akabinde  “Hemşirelik Bürosu” kurulmuştur. 1957 yılında ilkokul mezunu 18-30 yaş arasındaki adaylar bir buçuk yıllık teorik pratik eğitimden sonra hemşire yardımcısı olarak atanmışlardır. Ebe yetiştirmek üzere 1952’de İzmir, 1953’de Erzurum, 1954’te Malatya, 1955’de Antalya, Aydın ve Edirne, 1956’da Eskişehir ve Manisa, 1958’de Gaziantep ve Isparta ile 1959’da Ankara Doğumevi ve Kayseri Köy Ebe Okulları açıldı. Ayrıca 1954’te Keçiören Çocuk Esirgeme Kurumu Özel Hemşire Koleji açıldı. Köy Enstitülerinin sağlık memuru ve köy ebesi bölümleri 1954’te kaldırılmıştır. SSYB’na bağlı sağlık koleji sayısı 1950’de 62’den 1960’ta 8’e ulaşmış ve toplam 1322’si erkek 1017’si bayan olmak üzere 2339 kişi mezun olurken; 1952’de 2 olan sağlık okulu (köy ebe okulu) sayısı 1960’ta 14 olmuş ve toplam 2157 ebe mezun olmuştur(10).

1955’te Ege Tıp Fakültesi’nde bir Yüksek Hemşire Okulu kuruldu. 28.04.1959’da Florance Ninghtingele Hemşirelik Koleji ve Hastanesi’nin temeli atıldı(17).

1954-1955 yıllarındaki görevinde de Dr. Behçet Uz tarafından bir sağlık planı hayata geçirilmeye çalışıldı. Bu Program Milli Sağlık Planı’na göre daha dar kapsamlı idi. Sadece Sağlık merkezlerine yer veriliyordu. Ülke 16 Sağlık bölgesine ayrılıyor ve köy gruplarında ebe ve sağlık memuru görevlendirilmesinden vazgeçiliyordu. Daha önceki planda da yer alan finansman konusunun yine Milli Sağlık Bankası modeli ile çözülmesi düşünülüyordu. Programa göre bir “Sağlık Sigortası Sistemi” oluşturulacak; sağlık sigortasını Banka kuracak ve işletecekti(14). Bu program da önceki gibi kanunlaştırılamadı ve hayata geçirilemedi. Son dönemlerde sağlık merkezlerinin sayısı giderek artmış 1960’ta 283’e çıkarılmıştır(15).Bu arada taşra-kırsal kesim sağlık hizmetlerinde ortaya çıkan çok başlılığı ortadan kaldırmak üzere “Kaza Sağlık İdareleri” gündeme gelmiş ve 1954 yılında uygulamaya geçilmiştir(16).

1955 yılından itibaren hastanelerde döner sermaye sistemi uygulanmaya başlandı(16).

Frengi ile mücadele için 1957’de Frengi Tedavi Yönetmeliği çıkarılmıştır. 1950’de 118.169 olan frengili sayısı 1960’ta 47.565’e gerilemiştir(9).

Cüzzam ile mücadele için 27 Haziran 1957’de Ankara’da Cüzzam Savaş ve Araştırma Derneği kuruldu ve 1960’ta lepra mücadelesi başlatıldı. 1960’ta 1.206 lepralı kaydı vardı. Tifüs vakaları ise 1950’de 225 iken 1960’ta 10’gerilemiştir(9).

1953 yılında İstanbul’da toplanan Milletlerarası Tropikal Hastalıklar ve Malatya Kongresi’nde sıtmanın bütün dünyada yok edilmesi tartışıldı ve bu fikir 1955’te DST Asamblesi’nde kabul edilerek hükümetlere çağrıda bulunuldu. Türkiye bu çağrı gereği 1957 başından itibaren DS Teşkilatı ve UNlCEF’le yapılan iş birliği ile ülkemizde sıtma eradikasyon programının uygulanmasına geçildi. Ve 1960’da 7402 sayılı sıtma imhası hakkında kanun kabul edildi(10).

19 Mayıs 1953’te Ankara Atatürk Sanatoryumu hizmete açıldı. Bu yılda Trakya bölgesinde Edirne ilinde UNİCEF’le işbirliği ile BCG kampanyası başlatıldı ve 1959’a kadar 7.722.620 BCG aşısı uygulandı. 1950’de 41 dispanserde 159.287 muayeneden 10.447 hasta tespit edilmiş, 165.598 radyolojik, 18.901 laboratuar tetkiki yapılmıştır. Bu sayı 1960’ta 106 dispanserde 682.622 muayeneden 8.772 hasta tespitine, 65.873 radyolojik, 315.827 mikrofilim ve 93.466 laboratuar tetkikine ulaşılmıştır. Verem savaş dispanseri sayısı 1952’de 11, 1959’da 67 olmuştur(9).



Refik Saydam Merkez Hıfzısıhha Enstitüsü’nde 1950’de yeniden BCG aşı laboratuarı hizmete açıldı ve İnflüenza Laboratuarı Dünya Sağlık Teşkilatı tarafından Milletlerarası Bölge İnflüenza Merkezi olarak tamamlanmış ve inflüenza aşısı üretimine başlanmıştır(9).

Ana ve Çocuk Sağlığı çalışmalarının geliştirilmesi için 1954’te DST ile birlikte Ankara’da bir Ana ve Çocuk Sağlığı Tekamül Merkezi kurulmuş ve bu konuda görev alacak personel için üçer aylık kurslar düzenlenmiştir. 1952 ve 1954’te UNlCEF’ce tahsis edilen 286.000 dolar ile Ankara’da Atatürk Orman Çiftliği pastörize Süt fabrikası kuruldu, 1959’da NEB’ce Okul Beslenme Projesi başladı. 1956’dan itibaren UNlCEF katkıları ile süt tozu ve diğer besleyici gıda maddeleri temini yapıldı. 1953’te 1, 1958’de 8 ve 1960’ta 26 AÇS merkezi ve 1958’de 4, 1960’ta da 19 AÇS şubesi ile çalışma yapılmıştır(10).

Milletlerarası Kuruluşlarla işbirliği ile; hemşirelik, ana ve çocuk sağlığı, sıtma eradikasyonu, trahomla savaş ve lepra ile savaş, halk sağlığı eğitimi, sosyal hizmetler, süt pastörizasyonu, okul beslenme projeleri uygulanmıştır. Avrupa konseyi ile ilişkilerde sağlık alanında ilk ilişki 1951’de Sosyal ve Tıbbi Yardım Eksperler komitesinin çalışmalarına katılmamızla başlamıştır. 1954’te “Avrupa Kamu Sağlığı Komitesi” çalışmalarına katılmıştır(9).

Sağlık istatistikleri açısından 1955-1960’da Türkiye’nin doğum oranı binde 44, ölüm oranı da binde 12.6 olmuştur. 1955’ten itibaren Tedavi Kurumları Genel Müdürlüğü’nce derlenen tıbbi istatistikler Sağlık Propagandası ve Tıbbi İstatistikler Genel Müdürlüğü’ne devredilmiştir ve Sağlık kuruluşlarına ait formlar sadeleş­miştir. 1958’te 1945-1955 dönemine ait SSYB ve Tıbbi istatistik yıllıkları çıkarılmıştır(10).

Yataklı Tedavi kurumları faaliyetleri içerisinde 1950’de Doğum ve Çocuk Bakımevleri sayısı 13’e 1960’ta 20’ye çıkmıştır. 1950’de Ankara Dr. Sami Ulus Çocuk Hastanesi açılmıştır. 1950’de 22 alan Sağlık Mezilezi sayısı da 1960’ta 283’e ulaşmıştır. Trahom hastanelerinin sayısı da 1950’de 16’ya çıkarılmıştır. 1953’te Elazığ’da bir kuduz hastanesi hizmete girmiştir(9).



Bu dönemde SSYB’na yataklı tedavi kurumlarının durumu şöyledir: 1950’de 118 olan toplam kurum sayısı 1960’ta 442’ye ve toplam yatak sayısı 14.581’den 32.398’e, devlet hastanesi 41’den 94’e ve yatakların sayısı 7.571’den 14.946’ya, sağlık merkezi 22’den 283’e ve yatak sayıları 220’den 3.527’ye; doğumevi sayısı 132’ten 20’ye ve yatak sayıları 1.083’den 2.095’e, göğüs hastalıkları hastanesi sayısı 18’den 31’e ve yatak sayıları 2.107’den 6.205’e, ruh ve sinir hastalıkları hastanesi 3 ve yatak sayıları 2.800’den 3.460’a, kemik hastalıkları hastanesi 1’den 4’e ve yatak sayıları 150’den 925’e, 1 lepra hastanesinde yatak sayısı 200’den 2.502’ye, trahom hastanesi 16’dan 6’ya ve yatak sayıları 225’ten 150’ye ve kuduz hastanesi 3’ten 1’e ve yatak sayısı 225’ten 50’ye ulaşmıştır(9).

Türkiye’de yataklı tedavi kurumlarının kurum sayısı 1950’de 201’den 1960’ta 566’ya, yatakların sayısı da 18.837’den 45.807’ye, bir yatağa düşen nüfus sayısı 1.100’den 600’e ve 10.000 nüfusa düşen yatak sayısı 9.0’dan 16.6’ya ulaşmıştır. Bu dönemde Türkiye’de yataklı tedavi kurumlarında 1950’de 322.686 yatakta 1.892.575 ayakta toplam 2.215.261 hasta tedavi edilip 948.616 laboratuvar ve röntgen tetkiki yapılırken bu sayı 1960’ta 931.228 yatakta ve 6.988.257 ayakta olmak üzere toplam 7.919.485 hasta tedavi edilip 2.728.529 laboratuvar ve röntgen tetkiki yapılmıştır(10).

SSK Sağlık Hizmetleri kapsamında bu dönemde 04.01.1950 tarihinde 5502 sayılı Hastalık ve Analık Sigortası Kanunu çıkarılmış, 1951 yılından itibaren %2 işveren ve %2 işçi olmak üzere toplam %4 oranında prim kesilmeye başlanmış ve 1952 tarihinden itibaren Sağlık hizmetleri verilmeye başlanmıştır. Bu amaçla 1950’de İstanbul Eyüp Hastanesi, 1951’de İstanbul Süreyya Paşa Sanatoryumu ve İzmit Hastanesi, 1952’de İstanbul’da Sultanahmet hastanesi ve Bakırköy Doğumevi ve Dispanseri, 1953’te Adana Dispanseri, Ankara Hastanesi, Samsun Hastanesi, Soma Dispanseri, 1954’te Malatya Dispanseri ve Mersin Sağlık İstasyonu, Tunçbilek Dispanseri, 1955’te Adana Hastanesi, Soma Dispanseri, 1956’da Elazığ Dispanseri ve Gaziantep Dispanseri, 1957’de Aydın Hastanesi, 1958’de İzmir ve Trabzon hastaneleri ve 1959’da Erzurum Hastanesi hizmete açılmıştır(13).




1.3. 1960-1980 Dönemi

27 Mayıs 1960 tarihinde Silahlı Kuvvetlerin yönetime el koyması ile Demokrat Parti Dönemini sona ermiş, sağlık hizmetlerinde planlı dönem başlamnıştır. 27 Mayıs 1960’da yönetimi ele alan ordu, “sağlık alanında sağlık örgütlenmesinin yeniden yapılanması; milli ilaç sanayi, tıp araç ve gereçleri sanayiinin kurulması; yeterli sağlık personelinin yetiştirilmesi” gibi hizmetleri hayata geçirmek ve o zaman kullanılan terim ile sağlık hizmetlerini “devletleştirmek” istemektedir(9). Hazırlanan Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda sağlık idaresinde temel amacın halkın sağlık düzeyini yükseltmek olduğu ve bunun için de halk sağlığı hizmetlerine öncelik verilmesi gerektiği belirtilmiştir.Bu amaca ulaşmak için tedavi edici hizmetler, koruyucu sağlık hizmetlerini tamamlayan bir öğe olarak görülmüş, az sayıda nüfusun yararlandığı ve pahalı bir hizmet yerine evde ve ayakta tedaviyi sağlayan, küçük topluluklara kadar yayılan bir sağlık örgütünün kurulması öngörülmüştür.Planın öngördüğü hedefler yönünde sağlık hizmetleri yeniden örgütlenmiş ve bu amaçla 5 Ocak 1961 tarihinde “Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Hakkında Kanun” kabul edilmiştir.Uygulamasına 1963 yılında başlanan bu yaklaşımın 1977 yılında tüm ülkeye yayılması hedeflenmişti.1982 yılında ise her 5000 kişiye bir sağlık ocağı kurulmasının tamamlanması öngörülmüştü(11).

224 sayılı yasa ile sağlık hizmetlerinin evrensel bir hak olduğu vurgusundan hareketle bir taraftan sağlık hizmetlerinin sosyalleştirilmesi öngörülürken, diğer yandan da özel teşebbüs serbest bırakılmıştır.Kamu kuruluşlarından maaş ve ücret almayan ve hiçbir şekilde maddi yardım sağlamayan hekim ve tıp mesleği mensupları, yürürlükteki kanunlar çerçevesinde mesleklerini serbestçe yerine getirebilir, özel sağlık kurumları ve eczaneler açabilirler denilmiştir(4). Ancak başlatılan sosyalizasyon çalışmalarından beklenen verim tam olarak sağlanamamıştır. Bunun üzerine eldeki sağlık insan gücünden etkili yararlanma yoluna gidilerek 29 Haziran 1978’de sağlık personeline Tam Gün Çalışma Yasası çıkarılmıştır(9).

Sonraki yıllarda gündemden düşmeyen Genel Sağlık Sigortası kavramına ilişkin tartışmalar da bu dönemde başlamıştır.Genel Sağlık Sigortası Kanun Taslağı ilk olarak 1967 yılında hazırlanmış fakat Bakanlar Kuruluna sunulamamıştır.1967 yılındaki İkinci Beş Yıllık Kalkınma Planı sonrası tekrar gündeme gelmiş, kanun taslağı meclise sunulmuş ancak Kabul edilmemiştir.1974’te tekrar meclise sunulmuş fakat bu kez de tartışılamamıştır(4).

Çevre sağlığı konularında çalışmalara devam edilmiş, 1961’de Yenişehir Sağlık Koleji’nde Çevre Sağlığı bölümü açılmış, halk sağlığı laboratuarları çoğaltılmış, 1972’de Çevre Sağlığı Yüksek Kurulu kurulmuştur. Çevre işleri daha sonra Bakanlık eli ile yürütülmeye başlanmış ve Çevre Bakanlığı, çevre şuraları düzenlenmiştir.152 Genel Çevre sorunları olarak, su kaynakları ve toprak kirliliği, radyasyon ve afetler dikkate alınmıştır. 153 Kızamık, boğmaca tifo, poliomiyelit, difteri, çiçek, kolera, kuduz, frengi, lepra, tifüs, veba, sıtma, verem, trahom gibi bulaşıcı hastalıklarla mücadeleye devam edilmiştir(9).

S.S.K. Sağlık Hizmetlerinde de gelişmeler olmuştur. 1961 yılında S.S.K.’nın yeniden yapılanması kapsamında, bölge sağlık müdürlüğü, hastane, tam teşekküllü dispanser, ilk müracaat hekimi, kurum ilaçlarının alımı, araç ve gereçlerin standardizasyonu, meslek hastalıkları klinikleri ve hastaneleri, S.S.K Tıp Akademisi kurulması, genel sağlık sigortası, iş kazalarına yönelik sağlık hizmetleri konusunda çalışmalar yapılmıştır. 1979 yılında kurumun ilaç fabrikası deneme üretimine başlamıştır(13).

Kanserle mücadele için 1965’de Kanser Erken Teşhis ve Kontrol Dispanseri kurulmuş ve Etimesgut’ta Kanser Hastanesi açılmıştır. Hıfzısıhha Enstitüsü 1980 yılından sonra ihmal edilmiştir(9).

1970-1980 yılları arası sağlık politikalarında önemli bir gelişmenin görülmediği, sağlık hizmetlerinin mevcut sistemin doğal ivmesiyle geliştiği bir dönem olarak görülmektedir.




1.4. 1980 ve Sonrası

1982 Anayasası ile etkisi artan özel sağlık sektörünü güçlendirme çabaları devletin sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenleme görevi (madde 56) kamu ve özel kesim elindeki sağlık ve sosyal kurumlardan yararlanarak, onları denetleyerek yerine getireceği görüşünü getirmiştir.Yani Anayasa özel sektörü de sağlık alanine sokarak vatandaşların da sağlık hizmet sunumuna katılmalarını istemektedir.Anayasanın aynı maddesi ile vatandaşların sosyal güvenlik hakkına sahip olduğu ve bunun devlet sorumluluğu altında olduğu kabul edilerek genel sağlık sigortası oluşturulması için zemin güçlendirilmiştir.

1983 yılında hükumet programında sağlık alanındaki en önemli hedef olarak özel sağlık kuruluşlarının teşvik edilmesi ve sağlık alanında rekabetin sağlanması gösterilmiştir(18).

1987 yılında 3359 sayılı “Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu” yayınlanmıştır.Bu yasa ile her ne kadar sağlık hizmetlerinin genel amaçları düzenlense ve kamu kurumlarına ait sağlık işletmelerinin Sağlık Bakanlığının uygun görüşü ve Bakanlar Kurulunun kararı ile kamu sağlık tesisi Kabul edileceği kararlaştırılsa da uygulanamamıştır.

Sağlık hizmetlerinin artan maliyetleri ve verimsizlik sağlık sistemine yönelik şikayetlerin artmasına neden olmuş, 1988 yılında Dünya Bankası işbirliğinde sağlık sektörünün finansman yapısı incelenmiş, 1990 yılında DPT tarafından “Sağlık Sektörü Masterplan Etüdü” hazırlanarak sağlık reformları için ana stratejiler belirlenmiştir(16).



1990’lı yılların başlarında yayınlanan “Ulusal Sağlık Politikası Dökümanı” ile önerilen o dönem dünya genelinde geçerli sağlık politikaları ile parallel olduğu söylenebilen temel hususlar şu şekilde özetlenebilir(3):

1.Herhangi bir sağlık güvencesine sahip olmayan nüfusun genel sağlık sigortası kapsamına alınması

2.Birinci basamak hizmetler için kentsel alanlarda kişi başına ödeme ilkesini benimseyen aile hekimliği

3.Mevcut hastanelerin büyük ölçüde finansal özerklik ile birlikte özerk bir yapıya kavuşması

4.Hizmeti sunanlarla satın alanların birbirinden ayrılması ve hizmet sunucularının aynı havuzdaki kaynaklar için birbiri ile rekabet ettiği bir dahilî piyasanın oluşturulması

1992 yılında DPT’nın sağlık sektörü planı ile ilgili Ulusal Sağlık Kongresi toplanmış ve yeniden yapılanma süreci başlamıştır.1993 yılında yapılan 2.Ulusal Sağlık Kongresi’nde sağlık politikaları belirlenmiş ve akabinde Yapısal Uyum Programı ile sağlık reformları bağlantılanmıştır.Bu kapsamda Hastane ve Sağlık İşletmeleri Temel Yasa Tasarısı ve Sağlık Finansmanı Kurumu Kuruluş ve İşleyişi Yasa Tasarısı Başbakanlığa sunulmuştur.ÜZerinde çalışılan sağlık reformları 7. ve 8. Beş Yıllık Kalkınma Planlarında da temel yapısal projeler içerisinde yer almıştır(4).

1990’lı yıllarda ağırlıklı olarak hastane hizmetleri ve yönetimi alanlarında çalışılan sağlık reformlarında diğer alanlarda olduğu gibi istenilen sonuçlara ulaşılamamıştır(19).

 



KAYNAKLAR:

  1. Ahmet SALTIK, Türkiye’de Erken Cumhuriyet Dönemi Sağlık Hizmetleri, 2014
  2. Özbay H.,H.E.Erişti, H.C.Öncül, H.O. Arı, B.L.Çelepçikay, M.G. ve S. Mollahaliloğlu, Sağlık Hizmetleri Sistemi, “Türkiye’de Sağlığa Bakış”, T.C.Sağlık Bakanlığı Refik Saydam Hıfzısıhha Mektedi Müdürlüğü, Ankara, 2007
  3. Berman, P. ve M.Tatar, Türkiye Ulusal Sağlık Hesapları 1999-2000”, Cilt 1., T.C.Sağlık Bakanlığı Refik Saydam Hıfzısıhha Mektedi Müdürlüğü, Ankara, 2004
  4. Tengilimoğlu, D., O.Işık, M.Akbolat, Sağlık İşletmeleri Yönetimi, Nobel Yayınları, Ankara, 2014
  5. Metintaş M.Y,Ö.Elçioğlu, Cumhuriyetin İlk Onbeş Yılında Sağlik Hizmetleri(1923-1938), Osmangazi Tıp Dergisi sayı:29(3),2007
  6. “Tarih-IV-Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri” Kaynak Yayınları, 3.Baskı, İstanbul,2001
  7. “Cumhuriyet Dönemi Sağlık Hizmetleri Tarihi” Prof.Dr.Ahmet Saltuk, Bilim ve Ütopya Dergisi, Şubat, sayı 44,1998
  8. “Atatürk’ün 1 Mart 1923 Meclisi Açış Konuşması” “Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri” 1. Cilt sf. 279-281
  9. Bilal Ak, Türkiye Cumhuriyeti’nde Sağlık Hizmetleri, Tarih Dergisi, Sayı:2, syf:26
  10. Sağlık Hizmetlerinde 50 Yıl, S. S. Y. B. yayın No: 422, Ayyıldız Mt, Ankara, 1973, s. 31.
  11. Akdur, R., “Türkiye’de Sağlık Hizmetleri”, Halk Sağlığı, Antıp AŞ Tıp Kitapları ve Bilimsel Yayınlar, Ankara, 1998
  12. Meliha ÖZPEKCAN, Türkiye Cumhuriyeti’nde Sağlık Politikası (1923-1933), Doktora Tezi, İ. Ü., A. İ. I. T. E., İstanbul, 1999
  13. Gürkan Fişek, Şerife Türcan Özsuca., Mehmet Ali Şuğle Sosyal sigortalar Kurumu, SSK yno 589, Cem web ofset, Ankara 1998
  14. Aydın, “Türkiye’de Taşra ve Kırsal Kesim Sağlık Hizmetleri Örgütlenmesi Tarihi” Toplum ve Hekim, 12 (80), 1997
  15. Dirican, N. Bilgel, Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) 2. Baskı, Uludağ Üniversitesi Güçlendirme Vakfı, Bursa, 1993
  16. Yusuf Ekrem Özdemir, “Cumhuriyet Dönemi Sağlık Politikaları, Cumhuriyetin Kuruluşundan 1980’li Yıllara Sağlık Politikaları”Yeni Türkiye, 39, s. 260.
  17. N. Şehsuvaroğlu, Türk Tıp Tarihi, Bursa, 1984, s. 209
  18. Ateş M., A.Yıldırım,E.Cevahir, G.Bektaş, “Türkiye’deki Özel Hastanelerin Değerlendirilmesi”, 5.Ulusal Sağlık Kuruluşları ve Hastane Yönetimi Sempozyumu Kitabı, Eskişehir, 2002
  19. Top,M. ve Ö.Gider,”Otonominin Hastane Yönetim Politikalarına Getirdikleri”, Verimlilik Dergisi, Sayı:4,2003
Scroll to Top